Anlatıyorum, yerli, birinci kelime..
İki kişi emlakçıya girer, sağ taraftaki kişi almak istedigi ev hakkında
sorular sormaya baslar ancak evi alacak olan sol taraftakidir.
İki kisi hastaneye girer, sol taraftaki rahatsızlığın belirtilerini anlatmaya başlar ancak hasta olan sağ taraftakidir.
İki kişi mağazaya girer sağ taraftaki almak
istedigi kıyafetı tarif eder ancak alacak olan sol taraftakidir.
O kadar çok ki... Kendini yanındaki tercümanlara teslim ederek sessiz sessiz hayatına devam edenler..
Peki ya olmasa mektubun, yazdıkların olmasa.
Özel durumlar dışında değerlendiriyorum bu
mevzuyu, hastalıktan yutkuncak halin yokken, doktora sıkıntılarını annenin anlatması
değil bu.
Bahsettiğim durumda ciddi bir becerisizlik söz konusu.
İnsanları bu davranışın devamlılığına iten de, kendini ifade edememe becerisini bu
kadar ustalıkla yapabiliyor olmaktır heralde.
Peki ne ara geldiler? Ne zaman girdi bu
tercümanlar hayatınıza?
Anneniz elinizden tutup sizi oyuncakçıya
götürdüğü zaman bile sizin fikrinizin bir önemi olmadı.
Beraber kıyafet almak için mağazaya girdiniz,
parmağınızla istediğiniz pantalonu gösteremediniz.
Susturuldunuz sürekli, sizin yerinize
konuştular, anlattılar yalan yanlış. Diliniz ağzınız oldular.
Üniversitede okuyan öğrencilerin anlamadıkları
konuyu hocalarına soramamaları...
Özel ihtiyaçlarını karşılamak için marketten alışveriş
yapmaktan çekinen kız çocukları...
Portakalı soymuş baş ucuna koymuş, o bir yalan
uydurmuş. Baş ucunda soyulmuş portakal olmadan o aslında yokmuş..
Benim ne istediğimi, ne düşündüğümü benden
daha iyi biliyorsan gel sen, ben ol. Ben gidiyim hatta sen ve ben birlikte
takılın.
Sağ cebinde sarımsak, sol cebinde soğan..
Şu hayatta var olduğunu hissedebilmek için,
kendini ifade etmekten daha fazla ne yapabilirsin?
Sigorta reklamlarında adamın arabasına bir
anda doluşan hayali sigortacılar gibi sürekli yanında tercüman taşımana gerek
var mı?
Bu yazdıklarım cepte.. İkinci kelime:
İşim gereği sürekli genç insanlarla iletişim
halinde olduğumdan dikkatimi çekecek derecede fazla rastlıyorum çoğulizm
diline.
Dil konusundaki bir başka beceriksizliğim de
böylece ortaya çıkıyor, anlamıyorum çünkü.
Mesela, nasılsın iyi misin diye sorduğum 'tek'
bir kişiden aldığım yanıt; "iyiyiz bir sıkıntımız yok".
"Çalıştık hocam bakalım sınavda yaparız
bir şeyler"
-"Pardon siz kimsiniz?"
"Ben diyecektim hocam kehkeh."
Kendi kendine saygının bir göstergesi belki de.
Hani, büyük amcana; "nasılsınız" diye sorarsın saygıdan, bu insanlarda
kendi kendilerine "iyiyiz" diyorlar belki de. Beceriksizim dedim ya
anlamıyorum.
Eve giriyorsun, mutfaktan mis gibi yemek
kokuları geliyor, "anneciğim neler yaptın öyle" diyorsun, cevap çok
acayip: "yaptık bir şeyler".
Bu çoğulizm dili dediğim şey bana Deli Yürek,
Kurtlar Vadisi gibi dizilerin dilini anımsatıyor. Orada adam haklı, iş yeri
basmaya gidiyor arkasında elli kişi, sofraya oturuyor kırk kişi.. YapıyorLAR
yani hakkaten.
Delikanlı, kızın birine aşık olur, ama öyle
yürekli, raconlu, mahalle aşklarından, hani kızı değil başkasından gözünden
bile kıskanır. Gel gör ki bir anlatmaya başlasın; "Bir kızı sevdik abi,
kalbimizi açtık, kız hala bana mısın demiyor aabii"
İyi de kız hangi birinizi sevsin aabiii...
Topluca kız sevmişsin...
Sonuç; benim genel tespitim bu şekilde konuşan
kişilerin ortak bir özgüvensizliğe sahip oldukları yolunda. Adam her cümleye
başladığında arkasında Mematiyle Güllü bekliyor sanıyor.
Buldunuz mu filmin adını.. Yok ben de
bilmiyorum. Biraz daha özgüven lütfen, tercümansız ve çoğulsuz anlatımlar,
şahsına münasır... Akıcı ya da değil, sana ait..
Dünyaya gel onca sperm arasından sıyrıl
sonra da başkalarını işin içine katmadan konuşama bile.. Seni gidi Ali Baba ve Kırk
Haramileri..