23 Şubat 2010 Salı

Pertev Mert

Bundan 15 yıl önce birini tanıdım. Türk Dil Kurumu büyük sözlüğe göre tanımak; bir kimse veya şeyle ilgili, doğru ve tam bilgisi bulunmak anlamına geliyor. Tam da öyle oldu. Daha önce, yine Türk Dil Kurumuna göre tanışmış (tanışmak: daha önce birbirini tanımayan kimseler birbirini tanır duruma gelme) ancak tanımamış olduğum biri. 

-Örgü şişlerini elektirik prizine sokup saçlarımın jolesiz dikleşmesine neden olduğum gün gülecek kadar hain, hiç bilmediğim İzmir'de henüz 6 yaşında beni unutup eve gidecek kadar umursamaz.-

O zamana kadar, o zamandan sonrasını hayal edemediğim insan... Mert.

17 Şubat 2010 Çarşamba

referans

REFERANSSIZ BİR YAŞAM DÜŞÜNEMİYORUM

Acaba sizi sevemez miyim? Tek suçumuz sokakta karşılaşmak mı?

"Sana güvenmem için iki adet nüfus cüzdanı fotokopisi, ikametgah belgesi, en az beşi ortak olmak üzere toplam sekiz arkadaştan alınmış referans belgesi, banka hesap cüzdanı sureti ve en son yaşadığın ilişkinin bitiş sebebi ile ilgili iki tanıktan alınmış ifadeye ihtiyacım var."

Buyurun buradan yakın. Komik mi geldi? Tamamen gerçek. Abartılı? Asla. O kadar yaşamın içinden, o kadar olağan. İlişkilerimizde referans olmadan ne kadar rahat olabiliyoruz? 
Bir ürün almak mevzu olduğu zaman ilk alışverişten sonra kendi referansımız yeterli oluyor. Bir ayakkabı mağazasından aldığımız ayakkabıdan memnun kalınca, artık kendi referansımızla aynı ayakkabıcıdan gidip alışveriş yapabiliyoruz. Beğendiğimiz bir peyniri her seferinde sormaya gerek kalmadan tekrar tekrar gidip alabiliyoruz. Deneyimlerimiz bize alışkanlık olarak geri dönebiliyor.
Konu İNSAN olunca her seferinde başka referanslara ihtiyaç duyuyoruz. İnsan kendi kendinin referansı olamıyor. Karşılaşabileceğimiz sorunları en aza indirebilmek, tehlikelerden korumak için kendimizi öyle bir çembere alıyoruz ki, çemberin dışında kalan koca bir hayattan habersiz kalıyoruz. Her insan birbirinden farklıysa, tehlikeli de olabilir korumacılığı bizi hapsediyor.
Hakkında hiç bir bilgi toplayamadığımız onlarca insan kayıp gidiyor belki de hayatımızdan. İnsan tanımak, tanımaya çalışmak dünyanın en büyük külfetiymiş gibi düşünmek ne zaman öğretildi bize? Geçmiş yaşantıların üstümüzde bıraktığı izleri düşünmek, arkamızda kalan yollardaki taşların her an önümüze gelip ayağımıza takılacağını düşünerek yürümek, dünyanın en rahat yolunda bile sendeleyerek ilerlememize neden olmuyor mu? Her an düşecekmiş gibi durmaktan, en ufak dokunuşta yıkılmıyor muyuz?

7 Şubat 2010 Pazar

Tunalı

7 Şubat 2010 Pazar.. Tunalı..
hava sıcaklığı 4 derece.. bugün o kadar güzelsin ki Ankara.. sade güzelliğini seviyorum bu şehrin.. makyajsız, yalın.. sabah uyandığında da güzel bir kız gibisin sen.. gözlerin buğulu biraz, geceden yorgun ama neşeli..
sanki az sonra ilkbahar gelecek şehre, tüm aşıklar uyanacak..
yapayalnız olmak da güzel bu şehirde..

bu Pazar günü hiç bitmesin..
hiç...

1 Şubat 2010 Pazartesi

BloombergHT


televizyon izlemek, program, dizi, haber takip etmek konusunda hiçbir zaman istikrarlı olamadım. haberleri internetten takip ediyorum. evde bulunup TV izlemeye müsait olduğum zaman dilimlerinde izleyecek bir şeyler bulmak, Genel İzleyici Kitlesi (GİK) olmayan ben için sokakta hususi tuvalet bulmak kadar imkansız oluyor.  (GİK: GDOlu İnsan Kitlesi)
şahsen hızlı konuşurum, meraklıyımdır, sürekli bir şey öğrenmek isterim ama o öğrendiğim şeyler farklı farklı olsun isterim. yaşam alanımda, çevremde, soluduğum havada ve sözümüz konusu olan TV programlarında hareket isterim, gerçeklik olsun, mizah olsun, her şeyden önemlisi lütfen zeka  belirtisi olsun isterim. zekanın kendinden, gelişmişinden, çoklusundan falan geçtim, az miktarda belirtisini görmeyi kendime hak görüyorum.  o da yetecek bana, kulaklarından fışkırmasa da, yakasında iyi durmuş diye sevineceğim. zekilikten kastım da kurnazlık, işini bilirlik falan değil. insanın başka insanları aptal yerine koymaya çalışmasını ya da "az yeter bunlara" mantığıyla işin kolayına kaçmasını gelişmiş zeka olarak değerlendiremeyeceğim. 
beni tatmin edecek TV programları yok değil var, ama ayrı ayrı kanallarda. bahsettiğim dinamikliği yakalamış programlar için, spesifik yayın kanallarını hepsini birden izlemek gerekiyor. bunun için de zamanım yok. spor kanalı, magazin kanalı, yemek kanalı, siyaset kanalı, laylay lom kanalı, moda kanalı, teknoloji kanalı.. 
haftasonu BloombergHT ile tanıştım. Bloomberg medya, dünyanın nabzını tutan en güncel ve süreli yayın yapan ekonomi kanalı olarak açıklanıyor. HaberTurk internet sitesinde "Ekonomi dünyasına en doğru verileri sunan, dünyanın en önemli medya kuruluşlarından biri" olarak tanımlanıyor. bizim tanışmamız biraz daha farklı oldu. ekonomiye dair bir program izlemedim henüz.  menü leziz: ünlülerin başarı hikayelerini anlatan şahane bir program -Power Players-, arkasından tahrik olarak izlediğim güncel bilim programı -Ultimate Gadgets-. hızlı akış, seri konuşmalar, net bilgiler, etkileyici görseller. saatlerce süren ve bir aptala anlatırmış gibi hazırlanan ağır aksak kör topal anlatımlar gitmiş, insanı sıkmayacak hareketlilikte, "az yetmez bunlara" mantığıyla hazırlanmış harika programlar gelmiş. gönül isterdi ki, biz yapmış olalım, her programın bitiminde farklı bir Türk medya grubunun adı yazsın. o da olacak, nasıl oluyor kaliteli güzel tartışma programları, teknolojide de, sanatta da, modada da aynı güzel programlar olacak. teknolojinin son ürünlerini tanıtmak için, insanları anlaşmalı bir teknomarkette deli dana gibi koşturup, işaretli ürünleri buldukları için alkış tutmadan da program yapılacak bu ülkede. inanıyorum.
şuan için BloombergHT beni çok heyecanlandırdı. aynı kanal üzerinde kalarak bir gün içinde farklı farklı bir çok bilgi.. net..
umarım tadını bozmaz, umarım kimsenin yemeğine, evliliğine, yeteneğine bulaşmadan, inandığı şekilde yayınına devam eder..