13 Nisan 2010 Salı

Siz hangisi?


Anlatıyorum, yerli, birinci kelime..

İki kişi emlakçıya girer,  sağ taraftaki kişi almak istedigi ev hakkında sorular sormaya baslar ancak evi alacak olan sol taraftakidir.
İki kisi hastaneye girer, sol taraftaki rahatsızlığın belirtilerini anlatmaya başlar ancak hasta olan sağ taraftakidir.
İki kişi mağazaya girer sağ taraftaki almak istedigi kıyafetı tarif eder ancak alacak olan sol taraftakidir.
O kadar çok ki... Kendini yanındaki tercümanlara teslim ederek sessiz sessiz hayatına devam edenler..
Peki ya olmasa mektubun, yazdıkların olmasa.
Özel durumlar dışında değerlendiriyorum bu mevzuyu, hastalıktan yutkuncak halin yokken, doktora sıkıntılarını annenin anlatması değil bu.
Bahsettiğim durumda ciddi bir becerisizlik söz konusu. İnsanları bu davranışın devamlılığına iten de, kendini ifade edememe becerisini bu kadar ustalıkla yapabiliyor olmaktır heralde.
Peki ne ara geldiler? Ne zaman girdi bu tercümanlar hayatınıza?
Anneniz elinizden tutup sizi oyuncakçıya götürdüğü zaman bile sizin fikrinizin bir önemi olmadı.
Beraber kıyafet almak için mağazaya girdiniz, parmağınızla istediğiniz pantalonu gösteremediniz.
Susturuldunuz sürekli, sizin yerinize konuştular, anlattılar yalan yanlış. Diliniz ağzınız oldular.
Üniversitede okuyan öğrencilerin anlamadıkları konuyu hocalarına soramamaları...
Özel ihtiyaçlarını karşılamak için marketten alışveriş yapmaktan çekinen kız çocukları...
Portakalı soymuş baş ucuna koymuş, o bir yalan uydurmuş. Baş ucunda soyulmuş portakal olmadan o aslında yokmuş..
Benim ne istediğimi, ne düşündüğümü benden daha iyi biliyorsan gel sen, ben ol. Ben gidiyim hatta sen ve ben birlikte takılın.
Sağ cebinde sarımsak, sol cebinde soğan..
Şu hayatta var olduğunu hissedebilmek için, kendini ifade etmekten daha fazla ne yapabilirsin?
Sigorta reklamlarında adamın arabasına bir anda doluşan hayali sigortacılar gibi sürekli yanında tercüman taşımana gerek var mı?

Bu yazdıklarım cepte.. İkinci kelime:

İşim gereği sürekli genç insanlarla iletişim halinde olduğumdan dikkatimi çekecek derecede fazla rastlıyorum çoğulizm diline.

Dil konusundaki bir başka beceriksizliğim de böylece ortaya çıkıyor, anlamıyorum çünkü.
Mesela, nasılsın iyi misin diye sorduğum 'tek' bir kişiden aldığım yanıt; "iyiyiz bir sıkıntımız yok".
"Çalıştık hocam bakalım sınavda yaparız bir şeyler"
-"Pardon siz kimsiniz?"
"Ben diyecektim hocam kehkeh."
Kendi kendine saygının bir göstergesi belki de. Hani, büyük amcana; "nasılsınız" diye sorarsın saygıdan, bu insanlarda kendi kendilerine "iyiyiz" diyorlar belki de. Beceriksizim dedim ya anlamıyorum.
Eve giriyorsun, mutfaktan mis gibi yemek kokuları geliyor, "anneciğim neler yaptın öyle" diyorsun, cevap çok acayip: "yaptık bir şeyler".
Bu çoğulizm dili dediğim şey bana Deli Yürek, Kurtlar Vadisi gibi dizilerin dilini anımsatıyor. Orada adam haklı, iş yeri basmaya gidiyor arkasında elli kişi, sofraya oturuyor kırk kişi.. YapıyorLAR yani hakkaten.
Delikanlı, kızın birine aşık olur, ama öyle yürekli, raconlu, mahalle aşklarından, hani kızı değil başkasından gözünden bile kıskanır. Gel gör ki bir anlatmaya başlasın; "Bir kızı sevdik abi, kalbimizi açtık, kız hala bana mısın demiyor aabii"
İyi de kız hangi birinizi sevsin aabiii... Topluca kız sevmişsin...

Sonuç; benim genel tespitim bu şekilde konuşan kişilerin ortak bir özgüvensizliğe sahip oldukları yolunda. Adam her cümleye başladığında arkasında Mematiyle Güllü bekliyor sanıyor.

Buldunuz mu filmin adını.. Yok ben de bilmiyorum. Biraz daha özgüven lütfen, tercümansız ve çoğulsuz anlatımlar, şahsına münasır... Akıcı ya da değil, sana ait..
Dünyaya gel onca sperm arasından sıyrıl sonra da başkalarını işin içine katmadan konuşama bile.. Seni gidi Ali Baba ve Kırk Haramileri..

4 yorum:

  1. Sevgili meslektaşım, olay bana psikolojik olmaktan öte tarihsel bir süreklilik gibi geldi. Kaldı ki psikolojik bir kökeni varsa bu durumun bu kadar olumsuz yargılayacak kadar karamsar olmayalım. Gelelim bahsettiğim tarihsel boyuta, göçebe hayattan sonra yerleşik düzene geçen atalarımız hep birlikte yaşamaya, birlikte hayatı omuzlamaya başlamışlar, Seferoğlulları, Tellioğullarıyla elele vererek mücadele edebilmiş. Avlularda hep birlikte kahvaltı yapılmış, bundan kastım dede,nine,çoluk,çocuk,gelin,görümce,dayı,enişte,amca, hala vs.vs. Bu tarz şeylerin geleneksel yaşam biçimini etkilediği kadar dil'i de yani filolojik yapıyı da etkilediğini düşünüyorum, "yaptık işte daha ne istiyorsun" derken aslında "yaptım daha benden ne istiyorsun" demeye çalışmaktadır kişi -ki karşısındaki bunu anlar zaten. Onun dışında elbette bu hep beraber bayram ziyaretlerine gitmenin, "biz" olmanın,"kollektif" yaşamın bağlanma sorununu çözmemizde problem yarattığı aşikardır. Ama böyleYİZ işte hep beraberİZ, birlikte konuşur, birlikte dertleşir, birlikte ağlaRIZ :)) (zaten uzun sürmeyecek merak etme, bireyselcilik tüm dünyayı hızla sarmakta)

    YanıtlaSil
  2. Bu arada bu benim. ELİF

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Arkadaşım,
    Senin bahsettiğin benim burada değinmeye çalıştığım "siz" kavramı değil. çok haklısın tabikide anlattılarında ama benim rahatsızlığım başka. Burda yazmaya çalıştığım kültürel ve tarihsel yaşamımızın dil üzerindeki etkisi olsa, büyük yazarlarımız, hatiplerimiz hocalarımızdan da bunu bu şekilde öğrenirdikm konuşmayı. Benim tespitim özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük ya da az okuyan çevrelerde bu dilin gelişmiş olduğu yönünde. Örneklerimde de bunu anlatmaya çalıştım ama belki yeterince açık olamamış olabilirim:) Sence odana giren bir öğrenciye dün niye görüşmeye gelmedin dediğin zaman alacagın yanıtın, ağzını yana ata ata "geldik de hocam sizi bulamadık" demesinin kollektif yaşamla, biz olmakla, birlikte oturup ağlaşmakla bir ilgisi var mı. Canlandır o öğrenciyi gözünün önünde:)
    Yoksa ne demek istediklerini tabi ki ben de anlıyorum:) Hele hele bu durumun dünyanın bireyselleşmesiyle hiç bir alakası olduğunu düşünmüyorum:) İnsanlar birey olarak güçlü olacak kendinden emin olacak dilini iyi kullanacak ki toplum olarak kalkınılacak, tıpki sağlam tuğlalardan örülen duvar gibi:)
    Yorumun için teşekkür ederim.
    Hande

    YanıtlaSil
  4. Bence durum tamamen psikolojik, ego dürtüsü ve zayıf sosyo-ekonomik durumdan kaynaklanıyor. Biz kelimesi bir topluluk ve ya çoğukluk değilde bir destek bir güven kaynağı gibi kullanılmakta, yalnız ve sosyal imkanları orta seviyenin altında olan insanlarda çok daha sık görülebildiğini düşünüyorum.

    Bunun bir ters örneğine de, İngiliz kraliyet ailesinde rastlıyoruz. İngiliz kraliyet ailesi kendilerinden tekil bir birey olarak bahsederken, Kısaca "Royal We" Türkçe meali "Biz" kelimesini kullanırlar,bunun nedeni tamamen sosyo-ekonomik durumları ve asaletli olduklarını düşünmelerinden ileri gelmektedir. Bu durum sosyo-ekonomik seviyesi düşük toplumlar da ceyran ettiği gibi, kraliyet ailesinde ters psikoloji ile ceyran etmektedir.

    Saygılarımla

    İyi ki Varsın Çilek 🍓

    YanıtlaSil