8 Mayıs 2011 Pazar

ANNEM

4,5 kilo doğacak bir çocuğu taşıyan 45 kilo bir kadının serüveni anneminki. Hani baştan belli ne kadar büyük bir yük olduğu..  
Hamileyken günde 1 kilo havuç yiyor, gücümü sağlığımı öyle düşünüyor..
Doğum.. Bir çirkin çocuk, kurbağa gözlü falan, her tarafı boğum boğum. "Dayın teyzenin kulağına eğilmiş, ne çirkin bebek demiş" diye anlatıyor sonradan. 
Neyse ki bir iki güne açılıp saçılıyorum da, güzel bir bebek oluyorum.. "Sokakta durdurup sürekli sevmek isterlerdi seni, alamazdım insanların elinden" diyor. 

Doymak bilmeyen bir bebek, tek ağlamam açlıktan.. "1 aylıktın, sütüm yetmiyordu artık, doktora gittim, 1 çay kaşığı yumurta sarısı verebilirsin dedi, o gün 1 yumurta bitirdin." diyor. Ve ekliyor: "Akrep Nalan çok modaydı o zamanlar, onun gibi olacaksın diye o kadar korkuyordum ki.."

Korku demek annelik zaten, başka bir yaşamın kaygısını kendinden çok yaşamak demek.. Sen çılgınca koşmaya başladığın zaman arkandan yüreği ağzına gelen kadın demek. 6 aylıkken ayağım kırıldığında, doktorlar çocuk felci diye belimden su çekmeye kalkınca, içgüdüleriyle beni hastaneden kaçırıp başka doktora götüren kadın annem. Yaşamımda benden 1 adım önce her şeyi gören kadın annem. 

6 Mayıs 2011 Cuma

PsikoMizah Ders1

Konu: Bad mod değiştirme

İnsanoğlu aynı anda stres, acı, kaygı vs. gibi duyguları yaşarken; bir yandan da relax, gevşek, hahaha çok komik, geberdim gülmekten gibi keyifli duygular içinde olamıyor. 
-Bunu bir tek anneler başarır: "vallahi sinirden gülüyorum" replikleri ile psikoloji bilimini hiçe çevirirler ve lakin bu noktada ilahiyat biliminden yararlanırız; şayet anneler insan değil melektir!

Her neyse, dolayısıyla uzmanlar der ki; eğer bir şeye canın sıkılmışsa, fazla kaygılı, stresli, öfkeli bir duygu durumuna sahipsen; kendini neşelendirecek aktiviteler içine girerek ve/veya rahat olduğun zamanlardaki fiziksel koşulları sağlayarak, bedenin olumsuz duygulardan çıkmasını başarabilirsiniz. 

Fazla stresli durumlardayken insan bedeninde fiziksel bir takım değişiklikler olur. Kalp atışı, nefes düzeni değişimleri, mide krampları gibi. Nefes alma egzersizleri, kas egzersizleri gibi basit çalışmalarla bu fiziksel değişimleri normale çevirmek; o anda yaşanan kötü duyguyu da tersine çevirir. 

Bir zamanlar Memoli vardı, konuyu burada neden açtım bilmiyorum, (şayet Memoli'yi hatırlamak biyolojik yaşımı ortaya koyar.) 

Memoli (M.A.Alabora), Zeyno'ya (M.Cumbul) sinirlendiği zaman, derin nefes alarak içinden 10'a kadar sayardı mesela. Zeyno da "ne o keçilerini mi sayıyon gene" derdi. İşte yıllar yıllar sonra okulda bunun bilimsel açıklaması öğrendim:) İnsan sinirlendiği zaman solunum sistemi sinir sisteminden etkilenir ve vücuttaki oksijen dolaşımı, kan dolaşımı her şey birbirine girer, içerisi adeta festival yeri gibi olur. Ortalığı yatıştırmak için derin nefes almaya başlarsın, böylece solunum sistemi normal haline dönmeye başlar. Nefes alırken sayı saymak da nefes aralıklarını eşitlediği için önemlidir. Doğru nefes alıp vermek kan dolaşımıyla birlikte tüm diğer sistemleri de olumlu etkilemeye başlar. Karmaşa halindeki vücut sistemleri normal düzenine kavuşunca? Beyin de kendini sakinleşmiş sanır. Bu sefer solunum sistemi sinir sistemini etkimiştir ve siz de sakinleşirsiniz. Çünkü bütün sistemler kardeştir. Ondandır bir şeye canınız sıkılınca boşaltım sisteminizdeki anormallikler:) 

Dersimize devam edelim. Örneğin kahve kola gibi kafeinli içecekler de kalp atış hızını arttırarak insanlarda reel olmayan bir kaygı duygusu yaşanmasına yol açar. Oysa ki bir çoğunuz rahatlamak için içiyorsunuz bu içecekleri. 

Yaşanan olumsuz duygularla başetmedeki bir başka silahımız da mizahtır
Bu konularda ben de nacizane çalışmalar yapmış biri olarak; özellikle öfke yönetiminde mizahın nasıl kontrol sahibi olduğunu bilirim. Öfke, çok tehlikeli giden bir araba olsun, onu kontrol etmek için şoför koltuğuna mizahı oturtmak gibi.

Gülme sırasında vücutta oluşan fiziksel değişimler ve salgılanan hormonlar, eş zamanlı olarak kaygı, stres, mutsuzluk gibi duyguların yaşanmasına izin vermez. Dolayısıyla mizahla yaşamak sürekli aşkla yaşamak gibidir. Candır, kandır. Mizah kendi yarattığınız, size ait bir pencere olmalıdır, yaşama açılan. Sinir krizleri sırasında, hoop o pencereden bakmalısınız. Mesela, sizi sinirlendiren kişiye o kadar öfkelisiniz ki, elinizdeki şişeyi alıp adamın cebine sokmak istiyorsunuz. Bu durumda gerçekten onun cebine şişe soktuğunuzu gözünüzün önüne getirerek durumu karikatürleştirebilirsiniz ve bu sizi eğlendirebilir. Kısa süreli de olsa sakinleşebilirsiniz. (karikatürleştiremediklerimizden misiniz gibi oldu) 

Bu dersin amacı neydi.. :) Şahsen benim canım biraz sıkkındı. Hop aldım elime sazımı yine aşınca çayın suyu boyunu.. Kendimi eğlendirmek istedim. Başardım, yazdım eğlendim. Güldüm. Solunum sistemime de sindirim sistemime de psikolojime de iyi geldi. Hepsine saygılar sunarım.

Bir sonraki derste görüşmek üzere..

20 Nisan 2011 Çarşamba

laf lafı açtı..


Türk blogger'ları olarak, kişisel sayfalarımıza yapılan "haneye tecavüz" acılarımızı yavaş yavaş dindirmeye çalışıyoruz. Kısa bir süre öncesine kadar hala sayfalara girişlerde sorun yaşamaya devam ediyordum. Bu bir haneye tecavüzdür, mahremiyeti darmadağın etmektir. Kalbimden akan kalemimden damlayan hangi düşünce kim tarafından karartılabilir. Yazdığı limonlu kek tarifini paylaşması engellenen blogger, bir gün intikamını imam bayıldı ile alacaktır!

Çilek ve Karamel'den uzak kaldığım süre boyunca, bir şeyler karalamaya devam ettim. Neyse ki diğer sosyal paylaşım siteleri şimdilik örümcek beyinli uygulamaların ağına takılmadı. Tü tü tü.. Maşallah.. Facebook poponu kaşı, twitter dişine vur..

Bugün şeytanın bacağını kırmak, bir çilek alıp karamele batırmak istedim. Aklımda bir konu da yok, ama yazmak beni fazlasıyla rahatlatıyor. Ofiste işler çok yoğun, ofis dışında yaptığım işlerle ilgili sıkı bir çalışma dönemine girdim. Bahar geldi, ne hikmetse doğum günü, kutlama, düğün dernek, açılış gırla.. Ajandasız ve post-it'siz yaşayamıyorum. Güneş yüzünü gösterdi mi enerjime diyecek yok, diğer günler alter niyetine iki vitamin işimi görüyor. 

Bu senenin başında -sene başından kastım yaz tatilinin bitmesiyle başlayan dönem- sürekli evde olmaktan, haftanın her günü dizi izlemekten falan bahsediyordum. Sevgilim de yok, evden dışarı adımımı atmam diye düşündüğüm zaman, annemin göbek bağımla ilgili söyledikleri aklıma gelmiyor belli ki. Aslen ODTU'de gömülü olan göbek bağımla ilgili annemin ciddi şüpheleri var. Ankara'nın her bir yanına saçılmış olabilir. 

Bugün TV konusunda kesilecek bir kaç ahkamım var.

Şunu fark ettim ki, ben hiç dizi izlemiyorum. Takip ettiğim bir tane bile dizi yok. Akşamları ajansa bakıyorum:). Bu yıl Star Haber inanılmaz bir çıkış yaptı. Özellikle haber ortasındaki sokak röportajları ile hafızalara kazınan dialoglara şahit olduk. Wikileaks'in bir çeşit kestane olduğunu, Kıbrıs'ın Karadeniz'de olduğunu bu sayede öğrendik mesela. Televizyonda denk gelirsem izleyebildiğim bir kaç program;  Balçiçek İlter ile Karşıt Görüş (Pamir soyadına da çok alışmışım), Gülin Yıldırımkaya ile HT gündem, Emre Kongar ve Mehmet Barlas, Yekta Kopan ile Gece Gündüz, Mirgün Cabas ve Hakkı Devrim ile Günlerin Getirdiği. Bunlarda TV izlemeye ayırabildiğim vakit için oldukça fazla bile. Geyik yapmıyorum ama zaman zaman da discovery channel'a takılıyorum ya da Nickelodeon izlerken uyuyakalıyorum:) Öyle bir geçer Osman olmadan, Ezel'e ayılıp bayılmadan, beyin faaliyetlerimi Nihat Doğan ile meşgul etmeden de bir yaşam sürdürülebileceğinin kanıtı gururlu bir Türk kızıyım. 

Televizyonla aramızdaki bu düzeyli ilişkiden çok memnunum. İnsanların kendilerine bunu neden yaptıklarını da bilmiyorum. Mizah ile ilgili yaptığım araştırmalarda okuduğuma göre; insanların başkalarının hayatlarında cereyan etmiş anlara gülerek bağımlılık geliştirmeleri oldukça tehlikeli. Bu durum gerçek mizah yeteneğini köreltici sonuçlar doğuruyor. Neden sonuç ilişkisi çıkarma, anlam yükleme, farkındalık yaratma gibi yetilerimiz yok olmaya yüz tutuyor. Bence de Artiz ne arar la pazarda ama bu hayatımızdaki tek mizah olmasın sonuçta. 

İtiraf etmeliyim ki bir kaç kere evlendirme programı izledim, gerçek zamanda canlı yayında insan tasvirlerine şahit olmak bambaşka bir durum. Komedi ve dramın içiçe geçtiği bir sinema filmi adeta. Ama bu durumu da abartmaya gerek yok. Bu tip programları sürekli izlemek; 2x2'nin 4 olduğunu bilmeye rağmen sürekli bu işlemi ezberlemeye devam etmek gibi. Oysa hayat içinde bir çok başka işlem ve denklem barındırıyor. 

Uzun lafın son çeyreği, mutsuz hayatlarımızı mutlu etmek için mutsuz insanların umutlarından ve umutsuzluklarından beslenmek hiç bana göre değil. İnsanoğlu özgürlük için ölecekmiş gibi davranıp kendini bu kadar bağımlı hale nasıl getiriyor anlamıyorum. 

Sen evde ne yapıyorsun derseniz, ben de herkesin güldüğü şeylere gülmeye devam ediyor ve burada da ahkam kesiyorum işte. Kitap ve dergi okuyorum. Bol bol mizah yazıları okuyorum. Psikeart dergisini ilk sayısından beri takip ediyorum ve şiddetle tavsiye ediyorum. Tanrılar Okulu diye müthiş bir kitaba başladım. Bittiğinde ya Nepal'e yerleşirim ya büyük adam olurum gibi geliyor. Sapık gibi önüme gelen her değişik fotoğrafa, tabloya, heykele bakmaya devam ediyorum. Deli gibi müzik dinliyorum. Soundcloud'daki birtakım DJ'leri takip ediyorum. Facebook'da arkadaşlarımın fotoğraflarını like ediyorum. Herkes gibi ben de komik şeylere hahahaha çok komiklere puhahahah yazıyorum. 

Yazıyorum yazıyorum.. Bunu yapmaya bayılıyorum..
Ohh.. rahatladım :))

25 Ocak 2011 Salı

Yalan

Kimliği olmayan cümledir yalan..

Kısa bir hazzın arkasından gelen büyük pişmanlıktır.. Binbir bahanedir, beceriksizliğin limanıdır yalan..

Beyazdır yalan, karadır, morciverttir, gridir, şahsiyetsizdir, pisliğin tekidir, gereklidir, şarttır bazen mecburiyettendir, iki gözüm önüme aksındır.. Yalan asla yalan değildir..

Mitomanidir, hastalıktır özünde, bazen şakadır, süprizdir en nihayetinde.. O kadar çok şeydir ki yalan.. Söyleyeni   vicdan azabına, söyleneni hayal kırıklığına, üçüncü şahısları söyleyenin gazabına uğratır.

Her şeyin yalanı söylenir hayatta.

"Seni seviyorum, sınıfımı geçtim, dün gece evdeydim, bunu çok ucuza aldım, babam padişah annem Hürrem, toplantıdan geliyorum, iş gezisine gidiyorum, şarjım bitti, yolda kaldım, inek geldi, suyu içti, dağa kaçtı...

Hastalandım, ameliyat oldum, yok burnumu alıp popoma diktiler..

Seni unuttum, evleniyorum, 3 oda 1 salon aşk yaşıyorum..

Askere gidiyorum, yola çıkıyorum, çok yalnız kaldım ağlıyorum.. "

Her şeyin yalanı söylenir hayatta..

Hiçliktir yalan.. Yalan diye bir şey yoktur aslında.. Yalan "olmayan şeydir" sonuçta... Yalan yoksa yalancı da yoktur.. Yalanı söyleyen bir "hiç"tir aslında..

PS. En büyük yanılgı, artık üstüne yapışmış küçücük yalanları kimse farketmedi sanmaktır. Büyük yalanlar hemen göze çarpar, güldürür insanları, küçükler zavallı eder, acındırır.. Dürüstmüş gibi yapmak değil gerçekten dürüst olmak büyük bir erdemdir.. O erdem de ancak, gece yatınca hesaplaşır insanla..

11 Ocak 2011 Salı

Kadının da erkeğin de makbulü aynı

kadın dediğin şöyle olur.. erkek dediğin böyle olur diye yaz yaz bitmez.. cinsiyet kadar laf yapmaya gerek yok..

aslında kadın da erkek de aynı olmalı..
güzel gülmeli, içten gülmeli
sabah uyandığında gülümsemeyi, gece yatağında kahkaha atmayı bilmeli
servis yapmayı ödün görmemeli
küfür etmeyi bilmeli, kendine küfrettirmemeli
karşısındaki insanların kendiyle ne şekilde konuştuğuna dikkat etmeli
kadın da erkek de
hayvan sevmeli, doğayı sevmeli
insanı sevmeli
insan sevecek diye seviyesizliklere girmemeli
herkesle muhabbet etse de kimle aynı masada oturacağını seçmeli
kadın da erkek de sevişebilmeli
sevişmeyi gece mezesi yapıp değersizleştirmemeli
ter kokmamalı, ağır parfüm hiç olmamalı
ne giyidiği önemli değil giydiklerinin temizliği olmalı
seksi olacak diye kendini basitleştirmemeli
spor yapmalı, bedenine bakmalı
siyasetten anlamalı, ülke meselesi yatınca masaya kalkıp gitmemeli
anlatacak anısı, gösterecek becerisi olmalı
ne hep dinleyen, ne hep konuşan olmamalı
konuştu mu kendini dinletmeli, sustu mu merak ettirmeli
çocukluk yaptı mı eğlendirmeli, ağır durdu mu nefes kesmeli
sokak muhabbetini bilmeli, sokaklarda yalnız yürüyebilmeli
kadın da erkek de
sakız çiğnemeyi bilmeli
karşısında biri konuşurken gözlerine bakabilmeli
güven vermeli
bu insanla ömür geçer dedirtmeli
onu yapmam bunu yemem oraya gitmem tabuları olmamalı
yalakalık olsun diye her fikrin de üstüne atlamamalı
duygusallığını saklamamalı, ota boka ağlamamalı
gitmesini bilmeli, geri dönmeyi gurursuzluk saymamalı
cesur olmalı kadın da erkek de
utanacak bir işi olmamalı
sevdi mi yakasından tutmalı, ama malı saymamalı
istediğini söyleyebilmeli, ısrarcı olmamalı
samimiyetle el ense olmayı ayırt etmeli

kadın da erkek de
gittiğinde değil geldiğinde huzur vermeli..

4 ocak 2011handy

30 Kasım 2010 Salı

Ankaralı İki Adam



Ankara’da kadın ya da erkek hakkında konuşmak, bardağın dolusu boşu hikayesine benzer. Bir yerden bakarsan öyle dolu, bir yerden bakarsan öyle boş gelir insana.

Elimde iki tane bardak var, ağzına kadar dolu. İkisi de bendeki hayranlığı taşıran son damla!

Erdal Beşikçioğlu. Evet, ben de bir çok kadın gibi onun son derece karizmatik olduğunu düşünüyorum. Beni asıl içine alansa göz kamaştıran yeteneği. Öyle bir şey ki ondaki yetenek, yaşam becerisi adeta.

Geçtiğimiz hafta aylardır kapalı gişe oynayan ve insanların sabahın 7’sinde bilet alacak kadar sıyırmış olamayacağını düşünürken; şahsen iki adet bilet için sıyrık bırakmadığım “Bir Delinin Hatıra Defteri”ne gitme fırsatı buldum. Son zamanlarda tiyatroya gitmek için ne kadar da uğraşmam gerekiyor. Bknz. Ferhan Şensoy.

Oyunun düzeni gereği sahnenin etrafına dizilmiş sandalyelerimizde yaklaşık 100 kişi izlediğimiz Erdal Beşikçioğlu yüzünden, oyunun sonunda söz konusu defterden bir tane de kendime almama neden olacak şekilde delirdiğimi hissettim. Böyle bir oyunculuk adamın aklını başından alır. Bunu sadece yetenek diyerek geçiştiremem. Saçlarının arasında üçüncü bir göz olmalı, oradan bakmış olmalı hayata. Bir saat onbeş dakika boyunca tek başına, ara vermeksizin, atlayarak zıplayarak, bu oyunu başkası oynadı diyelim. Peki içine çeken o enerjiyi  kimde bulabilirsin? Sadece ayaklarından güç alarak tüm bedenini seyircilerin üzerine doğru bıraktığı anda; O’na yakın sandalyede ben olsaydım, nefesimi hala tutuyor olabilirdim.

Erdal Beşikçioğlu Ankara’lı. Ankara’ya sevdalı. “Ruhuma en yakın yer” diyor Ankara için. Tıpkı O’nun gibi. Liseyi zar zor bitirmiş, tembel ve yaramaz bir öğrenciymiş. Tıpkı O’nun gibi.

Tiyatro sanki şans eseri çıkıvermiş karşılarına. Bir deneyelim demişler..

Bir başka adam var şimdi sahnede.

“Kod Adı: Keklik”. Ankara Sanat Tiyatrosunda. O; Özgürcan Çevik.

Derler ya, sahnede devleşir diye, daha azını beklemiyordum da bu kadarını da hayal etmiyordum. Ferhan Şensoy’u izlerken içimde uyanan arsız, burda da sahneye fırlayıp avaz avaz bağıracak diye çok korktum: Yeter artık! Hakkın yok bu kadar baştan çıkarmaya!! Tiyatrocuymuş gibi değil, tiyatro O’nun ta kendisiymiş gibi. Ne kadar yakışmış. Saatlerce alkışları hakkeden bir yetenek. Öyle bir şey ki ondaki yetenek, yaşam becerisi adeta.

Türkan dizisinin Orhan Doktor’u, dizideki rolünde doktor olmakla vicdan temizler ancak. Hastalanmış bakışları var insanların O’na, bunu da sonuna kadar hak eder.

Ankaralı iki adam. Bir hafta içinde iki taşikardiye sebep. Gördükçe dinleyin, izleyin, şahit olun derim. Hayran sevgisini fazlasıyla hakkediyorlar.

10 Kasım 2010 Çarşamba

İnsanlarla hayvanları ayıran özelliğin düşünmek olduğu palavrası



Ben bir hayvansever olarak hayvanlarla insanları ayıran özelliğin düşünmek olduğunu düşünmüyorum.

İnsanla hayvan arasındaki fark düşünmek değil 'düşündüğünü belli etmemek' olabilir. İnsan ırkına ait olan bu özellik hayvanlar tarafından asla becerilemez.

Köpeğiniz siz eve girdiğinizde tabiri mecaz olmadan it gibi sevinir ve fakat bu sevinci saklamak için 'bugün de koşmuyorum lan üstüne' diye içsel bir tavır içine girmez. Eğer üstünüze koşmuyor ya da sevinç gösterisini suareye saklıyorsa illa ki bir sebebi vardır; gerçekleştirmediği davranış gerçekleştirilmemeyi hakketmiştir gözünde.

Aslında canı son derece sıkkın, bunalmış, su kabında olması gereken ancak bulunmayan su nedeniyle mutsuz kediniz, sahte bir gülümsemeyle yanınızda oturup, siz sorunca da 'bişii yok, ben iyiyim' demez.

Bunu insanlar yapar. Düşüncelerini olduğu gibi aktarmamak insana özgü bir tavırdır. Aslen insan bu beceriye sahiptir ve bunu sürekli kullanmak ister.

Bence hayvanlar düşünür, en azından düşünmeyi öğrenir, koşullanır falan bir şey olur. İnsanlar da aynı şeyi yapar zaten. Hatta genelde düşünmeyip koşullanır daha çok. Bu bir fark sayılmaz.

İnsanevladı, evladı olduğu insandan öğrendiği şekilde sürekli düşüncesini saklar. Severken sevmez gibi davranır, nefret ettiğine güler, güldüğünün arkasından konuşur. Canı bok gibi de sıkılmış olmasına rağmen 'iyiyim ya bişiiim yok' kalıbında, 15 dakika kısık ateşte pişer sürekli.

Annesi, üzülmesin diye çocuğuna söylenmez içine atar, içeri atılan söylenmeler havasızlıktan kokar orada daha büyür, üzüntü olarak burun deliklerinden çıkar. Bu arada üstünden zaman geçmiş ve çocuğun atıştırdığı halt düzelmiştir ve fakat burun deliklerinden çıkan üzüntü zamansız şekilde ortalığı kokutur. Çocuk anlayamaz durumu; sonuçta o anda yediği bir halt yoktur. Anlaşılamadan hayat geçer. 

Sevgilisinden göremediği ilgiyi kendisiyle konuşmak yerine 'bişiii yok' muş gibi davranan sevgililer için de durum benzeşir.

İnsanlar bunu çok iyi yapar.

Hayvanlarla burada ayrılırlar işte. 

22 Ekim 2010 Cuma

komiks

Komik veya etkileyici şeylerin her zaman parayla satılmıyor olması avundurucu mudur bilmem ama yüzümüzü güldürecek bir çok bilgiye kolayca erişebiliyor olmamız mükemmel. Aslına bakarsanız camdan dışarı başımızı uzatmamız bile yeterli bunun için. Başkaları paylaşmış ben beğendim, ben paylaşıyım siz beğenin..

Şimdilik şu linkten Diesel'in son reklam fotoğraflarını inceleyebilir ve etkilenebilirsiniz, bir de bu linkten başınızı uzatap yaratıcı bir İstatistik dersine misafir olup gülebilirsiniz.


Bu fotoğrafta da başını penceren uzatmış bir adama şahit oluyoruz; bazen de, mecazlara gerçek anlamlar yüklenir:)

21 Ekim 2010 Perşembe

Siz hiç cinayet masasından arandınız mı?


Ben arandım. Filmlerdekinden daha inandırıcı oluyor yemin ederim. Bu sefer izlemiyorsun filmi baya karaktersin içinde, her an yardımcı oyuncu ödülü alabilecek mükemmellikte tırsabiliyosun durumdan. Tok sesli, hızlı konuşan, ne dediğinden emin, işin şaka boyutunu aklının ucuna getiremeyeceğin resmi gazete ciddiyetindeki abiden şunu duyuyorsun: "bilmem ne cinayeti için aramıştım sayın bayan, bize bu konu hakkında anlatabileceğiniz kaç bilmem ne bulunmakta?".

Böyle durumda aklından geçen ilk cümle "dün gece ne yaptım ben?" oluyor. Kendinden eminsen de en şüpeli arkadaşından sıfatına yakışır bir şüphe duyuyorsun "gene ne yaptı ulan" diye geçiriyor bu sefer  aklından. 


Telefondaki tok sesli, hızlı konuşan, ne dediğinden emin abi olayı açıklayana kadar geçen zaman ne kadar kısa sürerse o kadar şanslısın; şayet o süre 2 saniyeden daha uzun sürdüğü takdirde tüm bilinçaltı hesaplaşmaların bir adisyona yazılmış halde eline tutturulmuş gibi oluyorsun. 

- Kimseyi öldürmüş olmak kimsenin atar damarını kesmiş olmak anlamına gelmiyor illa ki. Burada adı geçmeyen 'kimsenin' canına kıymanın türlü türlü yolu var. Şimdiye kadar kaç defa "bitirdin beni, öldüm senin yüzünden, nefes alamıyorum" cümlelerini duydun tek tek aklına geliyor. O anda da telefondaki abiye çıkışıp "onun ölesi varmış bu işe beni karıştırmayın" diyemiyorsun işte. -

Sanki bu tarz sahneler sadece başka insanların yaşamları için formatlanmış gibi afallıyorsun ki o sırada telefondaki abi ikinci şifreyi veriyor: "kriminal değil mi orası?" 

Ebenin doğumhanesi burası. "Allah iyiliğini versin be abicim, ben de sandıydım ki, hohoho İsmet abi sen ne alem adamsın lan" yavşaklığına bürünebiliyorsun bir anda. Her gerilmenin arkasından bu gevşeme normaldir en nihayetinde. 

Bu bir şey sayılmaz. Bir kaç defa da "parmak izi tespit kursuna kayıt" için, "bomba ihbar birimi" için vs. arandıktan sonra, artık onlardan biri gibi hissedip "abi be bugünlerde pek kebapsınız, yok mu cinayet minayet" samimiyetine giriyorsunuz. O telefondaki ses ise her zaman tok, hızlı konuşan, ne dediğinden emin... Yaşasın yanlış numaralar.

Yine de bir daha da kimse "senin için ölürüm" demesin bu işin şakası yok.

PS. Bir kere de bunun yanlış numara olmayanı başıma geldi, onu da ayrıca anlatacağım.

15 Ekim 2010 Cuma

bir takım takmatakım


Bir takım ilişkiler, bir takım sebeplerle bitebilir. En kötüsü de ilişkinin bir takım şeklinde bitmesi olabilir. Birinin yeni takım arkadaşı için eski takım arkadaşını terk etmesi ilişkiyi bitiren sık karşılaştığımız bir takım sebeplerdendir. Bu nedenle de iyi takım olmayı bilmek gerekir.

İyi takım olmak, ben için değil biz için olmaktır. Farklı roller ama ortak bir sahne vardır. Önemli olan da sahne aşkıdır.

Öbür türlü sen kendini seversin ben kendimi, Seni sevmekle yormazsın beni ve ben senin beni sevmeni, zaten takım taklavatla dolu yaşamdaki takmatakım sebeplerden biri haline getirmem.