21 Haziran 2010 Pazartesi

OHAL bölgesindeydim ben

17 yıl önce OHAL bölgesinde Gazi olan askerlerin tedavisinde çalışmış bir annenin kızıyım ben. Haberler televizyonda değil evin içinde yayınlanıyordu her akşam. Tek bacağı protez, tek gözü kör, iki kolu kopmuş abilerin arasında dolaşırdım ben evde. Ve tüm bunlara neden olan hainlerin arasında. Annemin anlattıkları masal değildi, hikaye değildi, flash haber ya da günün gelişmesi değildi. Öyle gerçekti, evin ortasında dururdu.

Tedavisi biten askerlerin birliklerine ya da evlerine dönecek paraları olmazdı. Bizim varsa onların da vardı. Asker kıyafetleriyle yola çıkmaları tehlikeliydi ancak giyecek sivil kıyafetleri yoktu. Babamın varsa onların da vardı. Kendi bacağına üzülecek lüksü olmazdı o abilerin, şehit düşen arkadaşlarının acılarını yaşamaktan.

Hayatta kaldığına şükretmez, ölmediğine üzülmez, artık çatışamadığına ağlar Gaziler. Bu vatana 30 yıl önce, benim evime 17 yıl önce girdi hainler. Hala çıkmadılar, hala aramızdalar. Şırnak'talar, Hakkari'deler burnumuzun dibindeler. Gencecik askerler de nöbeteler. Ben her akşam huzur içinde uyuyorum sayelerinde ama huzur içinde de uyanmak istiyorum artık!!!

Benim elimden bu geliyor. Ancak yazabiliyorum...

15 Haziran 2010 Salı

İLK Radyoculuk deneyimim

Yer: TRT Ankara Radyosu
Gün: Pazar
Saat: 13.00

Hızlı adımlarla radyonun ikinci katındaki stüdyoya çıkıyorum, çay ocağından 2 su, 1 adaçayı, 1 üçü bir arada.. Üçü bir arada Ömer'in.. İçse de olur, içmese de. "Sen söyle Hande bana farketmez" diyor Ömer, çıldırtıcı sakinliğiyle. Farketmez olur mu, çok farkeder. Kahvenin üçü mü ikisi mi bir arada çok farkeder o esnada, ben o kadar heyecanlıyım ki.. 
Ömer ile aramızdaki en büyük fark onun görüntüde benim görünmeyendeki heyecanım. Sürekli aşağı yukarı salladığı bacağı benim içimdeki heyecanın tam bir yansıması. 
Ve kırmızı ışık yanıyor: YAYIN
"Merhaba, TRT Ankara Radyosu İnternet Stüdyosu Programına hoşgeldiniz. İnternet uzmanı Ömer Uslusoy ve ben Hande Cesur bugün de sizlerle birlikteyiz." 
İşte oldu 'stüdyo' derken bir anda harfler birbirine girip 'sssftüdyo' olmadan, son derece TRT aksanlı telafuzda bulundum.
Programın açılış aşamasını geçtikten sonra çok keyifliyim. Karşılıklı sohbet ediyoruz, bir gün önceki akşam yemeğinden ya da bir kaç saat önceki kahvaltıdan bir farkı yok. Ömer'in rahatlığı huzur vermeye başlıyor, konular birbirini kovalıyor. Bazen bu kovalama o kadar hızlı oluyor ki, bir çok konunun içinde kalıyoruz, bitmesin istiyoruz, veda edemiyoruz. 
"Canlı yayın zor zanaat kuzum", diye takılıyorum arkadaşlarıma. Sanki yıllardır bu işi yapıyorum. İnsanlar bu iş için okul okumuşlar, kurs bitirmişler, ben damdan düşmüşüm. Düşmüşüm ama bir yerim kırılmamış. "Önemli olan da bu" diyor annem. Ben de kendi uzmanlık alanlarımı yansıtmaya çalışıyorum programda.
Programı yapmaya başladığımdan beri "hani" ve "yani" 'ler kabusum oldu, meğer ne çok içi boş kelime kullanıyormuşuz konuşurken, insan kendini dinledikçe farkediyor. Güzel yazmak kadar zordur güzel konuşmak. Kişisel gelişime devam. Bunu da ekleyelim listeye. Öğrenmem gereken her şeyi  öğrenmeye hazırım.
Radyoculuk benim evrene gönderdiğim bir mesajdı yıllar öncesinden. Ortaokulda bir arkadaşımla birlikte Benjamin FM isimli bir radyo kurmuştuk ve teybin başına geçip DJ'lik yapıyor, konuşmalarımızı şarkılarımızı da kesetlere çekiyorduk. Sadece bir kaç ay önce de sevgili arkadaşım Okan'a her sabah radyo replikleri yazıp, güne neşeli başlama alışkanlığımın bana geri dönüşü oldu bu program. Evrendeki mesajlarımı değerlendirip bu fırsatı bana tanıdığı için Ömer'e ne kadar teşekkür etsem az. 
Bu işi seviyorum, tatil planlarımın içindeki Pazar günlerime bedel olsa da. 
Radyoculuk keyifli iş kuzum.

8 Haziran 2010 Salı

paradoks

sessiz kalmak en iyi cevaptır diye avutursun, konuşacak yüzü yok sustu diye avunursun


sessiz kalmak en soylu cevaptır veremediğin. 

emin olmadığın soruların boş bırakılmış halidir sessizliğin. üç sessizlik bir doğruyu götürmez.
sessiz kalmak tercih değildir, çaresizliktir aslında. 
elin kolun bağlandığı anda en güzel kurdeledir düğümünü gizleyen. 
avaz avaz kelimeler arasında doğruyu ararken uyuyakalmış bir kedi kadar masumdur sessizlik. 
ve ne kadar sessizsen o kadar haklısındır.

sessizlik bazen de en acımasız yanıttır alamadığın. 
aslına bakarsan anlayamadığın. 
birden çok doğru yanıtın cevap anahtarındaki geçersizliğidir. 
duymak isteyip de duyamadığın onlarca yanıtın boş bırakılmış halidir sessizlik. 
sana yapılan haksızlıktır aslında, 
konuşacak yüzü yoktu diye avunursun. 
ne kadar sessizse o kadar haksızdır.

sessizlik büyük bir paradokstur..